Aradan 45 yıl geçmiş olmasına rağmen o günün izleri, siyasetten ekonomiye, kültürden toplumsal hafızaya kadar hayatımızın pek çok alanında hâlâ hissediliyor. O dönem yaşananları yalnızca “bir askeri müdahale” olarak tanımlamak eksik olur; çünkü 12 Eylül, Türkiye’nin siyasal yapısını ve toplumsal psikolojisini kökünden değiştirdi.
Darbeye Giden Yol
1970’li yılların sonlarına gelindiğinde Türkiye adeta bir ateş çemberine dönmüştü. Sağ-sol çatışmaları sokaklarda silah seslerine dönüşmüş, üniversite kampüsleri güvenlik güçlerinin dahi girmekte zorlandığı alanlara çevrilmişti. Her gün gazetelerin üçüncü sayfaları siyasi cinayetlerle doluydu. Kuyruklarla simgelenen ekonomik kriz, enflasyonun yükselişi, işsizliğin artışı, parlamentodaki kilitlenme ve Cumhurbaşkanlığı seçimindeki çıkmaz, askerin “düzene el koyma” çağrılarını daha yüksek sesle dillendirmesine yol açtı.
12 Eylül sabahı radyolardan duyulan o bildiriyle Türkiye yeni bir döneme girdi. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve arkadaşlarının yönetime el koyduğu duyuruldu. Sokağa çıkma yasakları başladı, Meclis feshedildi, siyasi partiler kapatıldı.
Getirdikleri: Sessizlik, Güvenlik ve Ekonomik Reformlar
Darbe sonrası en dikkat çekici gelişme, ülkedeki şiddet ortamının kısa sürede sona ermesiydi. Sokak çatışmaları durdu, cinayetler azaldı, okullar ve üniversiteler görece huzurlu hale geldi. Birçok vatandaş, her gün ölüm haberleriyle sarsılmaktan kurtuldukları için bir nebze nefes aldı. Askeri yönetimin sert tedbirleri, “güvenlik” ve “düzen” ihtiyacını karşılamış görünüyordu.
Ekonomide de önemli adımlar atıldı. Turgut Özal’ın öncülüğünde hazırlanan 24 Ocak kararları, askeri yönetimin desteğiyle uygulanmaya başladı. Bu kararlar, Türkiye’nin kapalı ekonomiden dışa açılan, ihracata dayalı bir modele geçişinin temelini oluşturdu. Yabancı yatırımcılar Türkiye’ye daha sıcak bakmaya başladı, uluslararası arenada ise ülkenin Batı ile ilişkileri yeniden rayına oturdu.
Darbe, NATO ve ABD açısından da Türkiye’nin stratejik önemini pekiştirdi. Soğuk Savaş’ın en sıcak yıllarında, Türkiye Batı ittifakının “güvenilir müttefiki” olarak konumunu güçlendirdi.
Götürdükleri: Özgürlükler, Demokrasi ve İnsan Hakları
Ancak tüm bu “kazançlar”, çok ağır bedellerle elde edildi. Darbe döneminin en karanlık sayfası, insan hakları ihlalleri oldu. Yüzbinlerce kişi gözaltına alındı, aylarca süren tutukluluklar yaşandı, işkence iddiaları yaygınlaştı. Mamak, Diyarbakır ve Metris cezaevleri, acı hatıraların sembolü haline geldi.
Siyasi hayat da kökünden sarsıldı. Meclis kapatıldı, tüm siyasi partiler ve sendikalar kapatıldı, binlerce dernek faaliyet dışı bırakıldı. Siyasetçiler yasaklı hale getirildi, toplumun nefes boruları kesildi. 1982 Anayasası ile kurulan yeni düzen, bireyin özgürlüklerini kısıtlayan, devletin gücünü pekiştiren bir çerçeve çizdi. Yüzde 10 seçim barajı, siyasi hayata getirilen en kalıcı sınırlamalardan biri oldu.
Kültürel alanda da büyük bir daralma yaşandı. Basın ağır sansür altına alındı, gazeteler kapatıldı, yazarlar ve sanatçılar susturuldu. Kitapların yasaklandığı, şarkıların toplatıldığı bir dönem yaşandı. Toplumun üzerine çöken korku atmosferi, fikir üretiminin önünü kesti.
Kalıcı İzler
12 Eylül, Türkiye’nin siyasal kültüründe “otoriter istikrar” fikrini yerleştirdi. Halkın bir kısmı, demokrasinin eksikliklerini tartışmak yerine “düzenin ancak askeri müdahaleyle sağlanabileceği” düşüncesini benimsedi. Bu bakış açısı, yıllar boyunca siyasetin üzerinde bir gölge gibi kaldı.
Ekonomide başlatılan liberal dönüşüm, bir yandan Türkiye’nin büyüme ve ihracat potansiyelini artırırken, öte yandan gelir dağılımındaki adaletsizlikleri derinleştirdi. Bir kesim hızla zenginleşirken, geniş halk kitleleri kırılganlaştı. Bu da sosyal gerilimlerin farklı biçimlerde devam etmesine neden oldu.
Toplumsal hafızada ise derin bir travma kaldı. Cezaevlerinde yaşanan acılar, idam sehpasına gönderilen gençler, yasaklarla boğulan sivil toplum… Tüm bunlar, bir neslin demokrasiye olan güvenini zedeledi. “Sandıkla gelen, tankla gider” anlayışı, uzun yıllar siyasetin üzerindeki görünmez tehdit olarak varlığını sürdürdü.
Bugünden Bakınca
12 Eylül darbesi, Türkiye’ye kısa vadede güvenlik ve düzen getirdi ama uzun vadede demokrasiye, insan haklarına ve toplumsal barışa büyük zararlar verdi. O günün kazançları, götürdüklerinin gölgesinde kaldı.
Bugün hâlâ 1982 Anayasası’nın darbe ruhunu taşıyan maddelerini tartışıyorsak, siyasette kutuplaşmanın kökenlerinde darbeyle kapanmış siyaset kanallarının izlerini görüyorsak, 12 Eylül’ün kalıcı etkilerini daha net anlayabiliyoruz.
Bir toplum için gerçek istikrar, tankların gölgesinde değil; özgürlüklerin, adaletin ve demokrasinin teminatında mümkündür. 12 Eylül bize şunu öğretti: Güvenlik ve düzen adına demokrasiden vazgeçmek, eninde sonunda daha ağır bedeller ödetir.
Sedat KURT
Gazeteci | Köşe Yazarı