Türkiye’de kamu görevlileri her yıl bütçe dönemlerinde zam ve refah payı taleplerini dile getirirken, toplumun huzuru ve güvenliği için gece gündüz demeden görev yapan polislerimiz ise yıllardır ötelenen, kronikleşmiş ve derinleşen sorunlarına çözüm bekliyor.
Emniyet teşkilatı, yalnızca ekonomik değil; sosyal, psikolojik ve yapısal sorunlarla da ciddi biçimde yüz yüze. Ancak bu sorunlar çoğu zaman kamuoyunun gündeminde yeterince yer bulamıyor.
Polislik, doğası gereği yüksek risk, stres ve sorumluluk barındıran bir meslek. Olaylara ilk müdahale eden, terörle, organize suçla, uyuşturucuyla ve asayiş sorunlarıyla birebir mücadele eden emniyet personeli, 24 saat esasına göre çalışıyor. Ancak bu zor ve yıpratıcı göreve rağmen, özlük haklarında ve çalışma şartlarında uzun süredir anlamlı bir iyileştirme yapılamadı. Bu durum, sadece bireysel memnuniyetsizliğe değil, kurumsal aidiyetin ve motivasyonun da zayıflamasına neden oluyor.
Emekli polislerin büyük bir kısmı, görevde geçirdikleri zorlu yılların ardından düşük maaşlarla yaşamlarını sürdürmek zorunda kalıyor. Bu da hem mevcut personelin geleceğe dair endişelerini artırıyor, hem de teşkilat içindeki adalet duygusunu zedeliyor. Polisin emekli maaşlarına seyyanen zam mutlaka yapılmalıdır.
Çalışma saatleri ve görev düzeni, emniyet teşkilatında yapısal bir başka sorunu oluşturuyor. Türkiye’nin pek çok bölgesinde hâlâ 12/12 veya 24/48 gibi ağır vardiya sistemleri uygulanıyor. Bu durum polislerin fiziksel sağlığını olumsuz etkilerken, sosyal hayattan kopmalarına, ailelerinden uzak kalmalarına ve zamanla psikolojik tükenmişlik yaşamalarına neden oluyor. Uzman raporları, düzensiz çalışma saatlerinin uzun vadede depresyon, anksiyete ve aile içi sorunları da beraberinde getirdiğini gösteriyor. İnsana yaraşır bir mesai sistemi ve yıpranma payının etkili biçimde uygulanması, artık ertelenemez bir ihtiyaçtır.
Emniyet personelinin sosyal hakları da önemli bir diğer başlıktır. Lojman sıkıntısı, kreş eksikliği, servis imkânlarının yetersizliği, sağlık hizmetlerine erişimdeki güçlükler, özellikle büyükşehirlerde görev yapan polisler için ciddi birer sorun olmaya devam etmektedir. Bu noktada personelin yaşam kalitesini artıracak sosyal politikalar geliştirilmeden, teşkilatın bütüncül refahı sağlanamaz. Ayrıca polislerin sendikal haklarının sınırlı olması, taleplerini demokratik yollarla ifade edebilmelerini engellemekte; bu da sorunların çözümünü geciktirmektedir.
Tüm bu tabloya bir de giderek artan polis intiharları eklendiğinde, sorunların bireysel değil sistemsel olduğu daha net anlaşılmaktadır. Son yıllarda birçok ilde görev yapan polislerin intihar ettiği haberleri medyaya yansımaktadır. Ancak bu trajediler çoğu zaman istatistiksel birer rakam olarak geçiştirilmekte, arkasındaki nedenler kamuoyuyla yeterince paylaşılmamaktadır.
Uzmanlara göre polis intiharlarının temel nedenleri arasında ağır iş yükü, psikolojik baskı, tükenmişlik, ekonomik kaygılar ve kurumsal destek eksikliği öne çıkıyor. Psikolojik danışmanlık hizmetlerinin yetersizliği, duygusal sorunlarını paylaşacak güvenli alanların olmayışı ve görev sırasında yaşanan travmatik olaylar, personeli içe kapanmaya ve yalnızlığa itiyor. Bu yalnızlık, zamanla derin bir çaresizliğe ve ne yazık ki geri dönüşü olmayan kararlara neden olabiliyor.
İntihar eden polislerin ardında çoğu zaman mektup bırakmadıkları, son anlarına kadar göreve sadakat gösterdikleri görülüyor. Bu durum, teşkilattaki sessiz çığlığın ne kadar güçlü ve tehlikeli boyutta olduğunu göstermesi açısından son derece çarpıcıdır. Polis intiharları münferit olaylar gibi değil, yapısal bir sorun olarak ele alınmalı; kurum içinde ruh sağlığı destek sistemleri güçlendirilmeli ve psikolojik dayanıklılığı artıracak politikalar hızla hayata geçirilmelidir.
Özetle polislerin talepleri yalnızca ekonomik kazanımlardan ibaret değildir. Daha adil çalışma koşulları, sosyal güvence, kurumsal saygınlık ve psikolojik destek sistemleri, emniyet teşkilatının güçlendirilmesi için vazgeçilmez unsurlardır. Polislerin talepleri lütuf değil, anayasal haklardır. Bu hakların sağlanması, yalnızca polisleri değil; 85 milyon vatandaşın güvenliğini ve huzurunu da doğrudan etkilemektedir.
Bu yüzden seslerini duymak, sadece bir meslek grubuna değil, toplumun tamamına karşı sorumluluğumuzdur.
Gazeteci | Köşe Yazarı
SEDAT KURT