Yeni bir güne, yeni bir yazıyla merhaba! Yazdığımız her şey hakikat olsun diyelim ve söze başlayalım.

Ejderhanın Hafızası: Çin’in Tarihsel Dönüşümünde Devrim, Kriz ve Öğreti

Tarihi bin yıllara uzanan kadim bir medeniyet olan Çin, her değişiminde bir devleti değil, bir dünyayı yeniden inşa etti. Ne zaman çöktü sanılsa, başka bir biçimde, başka bir ruhta yeniden doğdu.

Hanedanlıklardan Mao devrimlerine, kültür devrimlerinden dijitalleşmiş devlet kapitalizmine kadar geçen bu yol, yalnızca bir kalkınma değil; bir zihniyet mühendisliğidir.

Çin, 20. yüzyılın başında çöken Qing Hanedanlığı ile yalnızca bir imparatorluğu değil, aynı zamanda bir inanç sistemini ve sosyo-kültürel düzeni de geride bıraktı. Ardından gelen Maoist devrim, Batı tipi modernleşmenin değil, Doğu’nun iç öğretilerini yeni bir devrimci forma sokmanın çabasıydı. Batı, seküler modernleşmeyi laikleşme üzerinden okurken; Çin, kendi kadim değer sistemini, Konfüçyüsçü disiplini ve kolektifçi toplum yapısını komünizmle sentezleyerek ilerledi.

Ama Çin’in asıl başarısı, Sovyetler’in dağıldığı noktada ayakta kalmayı başarabilmiş olmasıdır. Komünizmi yalnızca ideolojik değil, stratejik bir iç disiplin mekanizması olarak kullanmış; dışa ise kapitalist reflekslerle açılmıştır. Devlet mülkiyetini korurken, piyasa ekonomisinin araçlarını seçici biçimde içselleştirmiştir.

Dini öğretilerle de bağını hiçbir zaman koparmamıştır. Budizm, Taoizm ve Konfüçyüsçülük; sistemin ruhunu beslemiş, halkın disiplin ve sabır alışkanlığına dönüşmüştür. Çin toplumu bir “inanmayanlar topluluğu” değil, “açıkça inanmayan ama sistematik olarak inanç üzerinden biçimlenmiş” bir toplumdur.

Her istatistikte, her karar mekanizmasında, her dış politika refleksinde bu öğretilerin izi vardır. Hindistan gibi benzer nüfus ve dini altyapıya sahip bir ülkenin fakirlik döngüsüne sıkışıp kalması, Çin’in kendi yolunu çizerken neyi yaptığını değil, neyi yapmadığını da çok iyi analiz ettiğini gösterir.

Bugün Çin’in sessizliği, gürültüsünden daha derin. Süper güç olma iddiası yok; ama dünyanın her yerine nüfuz etmiş bir ekonomik sistemin merkezinde. Ne bir sömürge, ne tam bağımsız; ama denge üzerine kurulmuş, ip cambazı gibi ilerleyen bir uygarlık.

Ortadoğu Kaynarken: Ejderhanın Sessizliği

Ortadoğu yeniden kanın, öfkenin ve stratejilerin düğüm noktası oldu. İran–İsrail gerilimi patlak verdi. ABD doğrudan İran’ı vurdu. Ama bir ses eksikti sahnede: Çin.

Ne bir açıklama, ne bir tehdit, ne bir kınama… Sadece derin bir sessizlik. Ama bu, suskunluk değil; hesaplanmış stratejik bir gözlem.

Çin, asırlardır dış politika refleksini “yüksek sesle değil, uzun gözle” kurar. Ortadoğu’daki her savaş, Batı’nın varlığını artırır, ama kredibilitesini azaltır. Çin bunu bilir.

ABD, Ortadoğu’daki her askeri müdahalesi sonrası hem itibar kaybetmiş hem kaynak tüketmiştir. Çin ise enerjisini askeri değil, ekonomik üsler inşa etmeye harcar:

• İran’a petrol karşılığı kredi,

• Körfez ülkelerine inşaat yatırımı,

• İsrail’e teknoloji iş birlikleri…

Hepsine eşit mesafede durur, hepsinden kazanır.

Çin için mesele, kimin haklı olduğundan çok, kimin uzun vadede ayakta kalacağıdır. Ve bu sorunun cevabı için zamana ihtiyaç vardır — Çin’in en büyük sermayesi de budur: zaman.

Sessizlik, Tarafsızlık Değil; Pozisyon Gizleme Sanatıdır

Çin, tarih boyunca doğrudan savaşın içinde olmamayı değil, savaşın yönünü kendi lehine çevirmeyi öncelik yapmıştır. ABD, İran’ı vurduğunda dünyaya “kararlılığını” gösterdi. Ama Çin, “sabrını” gösterdi. Ve her strateji oyunu, sonunda sabredenin kazanmasıyla biter.

Ayrıca Çin’in sessizliği, İran’a ihanet değil; onu daha fazla yalnızlaştırmadan, daha fazla Çin’e bağımlı hale getirme stratejisidir. İran ne kadar Batı’dan dışlanırsa, Çin’e o kadar muhtaç olur. Bu yüzden Çin bağırmaz. Bekler. Derinleşir. Satın alır.

Ortadoğu’da Savaş, Çin İçin Pazarlık Fırsatıdır

Bugün herkes İsrail’in karşısında İran’ı, İran’ın arkasında Çin’i arıyor. Ama Çin, İran’ın arkasında değil — üzerinde duruyor. İzliyor. ABD’nin yeni bir hata yapmasını bekliyor. Ve her hata, Çin’in sessiz kasasına bir güç puanı daha ekliyor.

Sessiz Süper Güç: Tahtı Devralan Çin mi?

Çin’i abartmanın anlamı yok; çünkü Çin, zaten kendisini asla abartmaz. O bağırmaz, parlamaz, parmak kaldırmaz. Ama küresel sistemin damarlarında dolaşan her şeyin ucunda onun izi vardır.

Bugün hâlâ bazıları ABD’nin süper güç olduğunu düşünür. Ama bu bir alışkanlıktır. Gerçeklik değil. Çünkü artık “güç”, uçak gemisiyle değil, rezervle, borçla, algoritmayla tanımlanıyor.

• Çin, yıllarca ABD’den dolar karşılığında altın topladı.

• Bugün altın rezervinde ilk üçte.

• Dolar rezervinde açık ara lider.

• Ve dikkat: bu işlemlerin çoğunu basına düşürmeden yaptı.

Petrodolar sistemine çomak soktu. Çin ile Suudi Arabistan arasında 2023’teki anlaşmalar, artık petrolün yalnızca dolar karşılığı satılmayacağının işaretiydi. Bu, ABD için sessiz bir kıyamettir. Çünkü doların “küresel rezerv para” olması, petrol ticaretiyle güvence altına alınmıştı. Çin, şimdi bu bağı kırıyor. Yavaşça. Sessizce. Sistemik olarak.

Bugün artık dünyanın en büyük üreticisi Çin, en fazla dövize sahip ülkesi Çin, yapay zekâda yükselen yıldız Çin, ve en çok altın alımı yapan ülke de Çin.

Ama hâlâ kimse onu “süper güç” olarak konuşmaz. Çünkü süper güçlük artık bir unvan değil, bir tehdit algısıdır. Çin ise bu algının dışına çıkarak içeriye hükmeder.

ABD, Çin’e hâlâ “komünist tehdit” der ama onunla en büyük ticareti kendisi yapar. Çin, hem doları toplar hem altını; hem petrolü kontrol eder hem de teknolojiyi. ABD, savaş çıkarır. Çin, o savaşın enkazında liman inşa eder.

Son Cümle:

Çin bugün sessiz. Çünkü bağırmasına gerek yok. Elindeki veriyle, rezervle, tahville, limanla, altınla ve algoritmayla zaten konuşuyor.