Yeni bir güne, yeni bir yazıyla merhaba! Yazdığımız her şey hakikat olsun diyelim ve söze başlayalım.
Bazı savaşlar vardır ki, resmen ilan edilmeden, ateşkeslerle dondurularak, barış masalarıyla gölgelenerek sürdürülür. Hindistan ile Pakistan arasındaki mücadele de tam olarak bu tanıma uyar. Yıllardır süren bu gerilim, yalnızca iki ülkenin çatışması değil; aslında küresel çıkarların sahnelendiği çok katmanlı bir oyunun parçasıdır.
Bu iki ülke, bir zamanlar aynı toprağın, aynı dilin, aynı tarihin çocuklarıydı. Aralarında sadece birkaç kilometrelik bir sınır, bazen sadece bir köprü mesafesi var. Ancak bugün biri diğerine büsbütün yabancı. Peki, bu kadar yakın iki halk nasıl bu kadar farklı iki zihniyete evrildi? Bu kopuş gerçekten halkın doğal tercihi mi, yoksa büyük devletlerin bilinçli olarak yürüttüğü ayrıştırma politikalarının bir sonucu mu? İşte bu soru, savaşın asıl nedenlerini anlamak için kritik bir eşiktir.
Hindistan, bugün nüfusu, ekonomisi ve stratejik konumu nedeniyle Batı’nın gözbebeği haline gelmiş durumda. Ancak bu parıltılı vitrin arkasında ciddi bir ahlaki çöküş gizli. Kara para aklama, yasa dışı ticaret, insan kaçakçılığı, nükleer silah üretimi ve kayıt dışı altın rezervleri gibi birçok karanlık başlık, Hindistan’ı küresel güçler için hem değerli hem de kullanışlı bir figür haline getiriyor. Bazı bölgelerde babaların, reenkarnasyon inancına sığınarak kızlarını çıkar uğruna yabancı askerlere peşkeş çektiği vakalar, İngiliz sömürge geleneğinin toplum üzerindeki tahribatını hâlâ canlı tutuyor. “Bir dahaki hayatta daha iyisi olur” diye düşünülerek yapılan bu korkunç teslimiyet, Hindistan toplumundaki ahlaki dejenerasyonun sessiz bir kanıtıdır.
Öte yanda Pakistan var. Her ne kadar ekonomik anlamda zayıf olsa da, derin bir inanç ve ruhsal duruşla hareket ediyor. Bir Pakistanlı için İslam davası, maddi imkânların çok ötesinde bir değer. Elindeki son parayı füze sistemine yatırabilir, karısı ve kızı bu uğurda mücadele verebilir ama inandığı yoldan sapmaz. Bu yönüyle Pakistan sadece bir devlet değil, bir idealin taşıyıcısıdır.
Pakistan’ın yanında olan ülkeler ise sınırlı ama anlamlı. Türkiye, her zamanki gibi kardeşlik ve maneviyat ekseninde bu ülkenin yanında yer alıyor. Türkiye’nin desteği yalnızca maddi değil; aynı zamanda vicdani, tarihi ve ahlaki bir bağa dayanıyor. Bu da Hindistan’ın savaşını yalnızca Pakistan’a değil, onun arkasında duran değerlere karşı sürdürmesine neden oluyor.
Bu çatışmanın en gizli ama en etkili aktörlerinden biri de Çin. Komünist yapısı gereği içine kapalı bir stratejiyle hareket eden Pekin yönetimi, doğrudan sahada görünmese de sessizce pozisyon alıyor. Çin’in son dönemde yaptığı silah ve savaş anlaşmaları, bölgede uzun vadeli bir hesap içinde olduğunun göstergesi. Ekonomik gücünü askeri teknolojiyle birleştiren Çin, yalnızca Pakistan’a değil, tüm Güney Asya’ya karşı derin bir yeniden yapılanma hedefliyor. Ancak bunu öyle açıkça değil, yavaş yavaş ve istikrarlı şekilde yapıyor. Bu yüzden Çin’i anlamak için sözlerine değil, adımlarına ve imzaladığı stratejik anlaşmalara bakmak gerekiyor.
Görünen o ki, bu savaş kolay kolay sona ermeyecek. Çünkü artık bu sadece Hindistan ile Pakistan arasındaki bir sınır anlaşmazlığı değil. Bu savaş, küresel güçlerin çıkar çatışması; inançların, değerlerin ve ideolojilerin savaşı. Herkesin sahnede bir rolü var: İngiltere, ABD, Çin, İsrail, hatta gölgede kalan Rusya… Hepsi bu topraklarda bir hesap içinde. Kimi sömürmek, kimi denge kurmak, kimi güç devşirmek derdinde.
Ve bu savaş, üç temel sebepten dolayı bitmeyecek:
- Dünya ülkeleri ahlaksızca tüketmeye devam ettikçe,
- Çin sessiz ama derin stratejilerle büyümeye devam ettikçe,
- Ve bu topraklara gerçekten adalet getirecek bağımsız bir denetleyici güç çıkmadıkça…
Bu savaşın kazananı olmayacak.
Ama kaybedeni hep belli: Halklar.
Bir Röportaj: İslam’ın Askerleri – Pakistan / Mithat Bereket
Ekonomist
SİNEM ÖZKAN